Yedi dağın efesi nasıl çırak çıktı?

Sadece tek oğlu bulunan, varlıklı çiftlik sahibi bir adam, iyice yaşlanıp yatağa düştü. Hasta yatağında ölümü beklemeye başladı. Ruhunu teslim etmeden bir süre önce, oğlunu yanına çağırıp vasiyetini şu şekilde söyledi:

"Evladım; yatağımın altında, içi altın dolu iki tane kese var. Bunlardan biri senindir. Al bunu güzel güzel harca, ananın ak sütü gibi helaldir. Diğerini ise, ne yapıp edeceksin, memleketin en büyük eşkıyasını bulacaksın ve ona hediye edeceksin. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir!..."

Yaşlı adam bunları söyledikten bir kaç gün sonra ruhunu teslim etti. Oğlu, cenaze töreni ve yas günlerinin ardından, "Artık babacığımın vasiyetini yerine getirmenin zamanıdır" dedi. Her iki keseyi de yanına alıp, memleketin en büyük eşkıyasını bulmak için ülkeyi dolaşmaya başladı.

Fakat nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, ondan daha da namlısı, kanlısı, belalısı olduğunu öğrendi. Böylece aylarca oradan oraya başıboş dolaştı, durdu. Ama nafile! Kime sorsa, aldığı cevaplar benzer şekildeydi: "Evet, bizim eşkıya yirmi kişiyi öldürmüş, yüzden fazla kızı dağa kaldırmıştır; ama duyduk ki falanca yerdeki eşkıyanın öldürdüğü adamların sayısı saymakla bitmezmiş…"

Böylece zavallı çocuk, bir seneye yakın dolaşmış. Nihayet sora sora, ülkenin yol vermez dağlarla çevrili bir köşesinde öyle bir eşkıyanın adını işitmiş ki, Allah böylelerinin şerrinden herkesi emin kılsın.

Korka korka "yedi dağın efesi"nin yanına vardı. O titrerken eşkıya gürledi: "Be hey tıfıl, kimden cesaret aldın da benim dağımda destursuz gezersin? Kurda kuşa yem olmadan önce anlat bakalım burada ne aradığını!.."

Delikanlı cesaretini toplayıp babasının öyküsünü ve vasiyetini bir bir anlatmış. Sözü bitince, koynundan kesenin birini çıkarıp yedi dağın eşkıyasına uzatmış: "Ağam, babamın bana emaneti altın kesesi işte budur. Sizin hakkınızdır. Bunu size vermezsem babam mezarında rahat yatmaz, lütfen kabul buyurun."

O namlı eşkıyanın yüzünde babacan bir ifade belirmiş: "Sevdim seni be genç adam. Safsın, temizsin, belli ki daha dünyadan haberin yoktur. Evet benim namım bu dağları sarmıştır. Lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha var. Biz eşkıya da olsak, hak etmediğimiz mala el sürmeyiz!.."

Bunu duyan genç, yalvarır gibi seslenmiş: "Etmeyin ağam, sizi bulmak için bir senedir dolaşmaktan ayaklarıma kara sular indi."

Yedi dağın eşkıyası, elini kaldırıp konuşmuş: "Sen şimdi geldiğin yoldan dön, kasabayı geç, şehre var. Gidip Kadı Efendi''yi bul. Memleketin en büyük eşkıyası odur. Selamımı söyle, bu keseyi ona ver!.."

Sonra adamlarına işaret etmiş: "Hayda; bu yiğidi, başına bir iş gelmeden düze indirin. Tez zamanda  şehir yolunda bırakın!.."

Böylece bizim genç adam şehre varmış. Sorup soruşturup hemen Kadı Efendi''nin yerini bulmuş. Konağına varmış, güzelce selamlayıp, başından geçenlerin hepsini anlatmış: "İşte böyle Kadı Efendi. Bu keseyi hak eden sizmişsiniz. Ben de eğer kabul ederseniz size takdime geldim."

Kadı Efendi zemberekten boşalır gibi yerinden fırlamış: "Vay ahlaksız, müfteri eşkıya! Hakkımızda neler demiş. Be hey Allah''tan korkmaz kul, sen ne yüzle bana haram para teklif edersin? Şimdi yatırayım mı seni falakaya?"

Genç çocuk ağlamaya başlamış: "Efendim ben de anlatılanlara uydum. Aylardır evimden uzağım, artık gezmekten usandım. Yoruldum, ne yapacağımı bilmez haldeyim. Bana acıyın."

Kadı Efendi, gözünü uzaklara dikip biraz düşünmüş, sonra kara kaplıyı açıp sakalını sıvazlamış: "İmdiii. Bir din ve devlet temsilcisinin böyle açıktan para kabul etmesi hem kanunu âliye, hem de Allah rızasına münasip olmayıp, alan da veren de bu âlemde ve mahşerde suçlu durumuna düşer.

Lakiiin, eğer aramızda bir ticari akit tanzim eder ve dahi sen bana bu bir kese altını bir alışveriş neticesinde takdim eyler isen, ben dahi bunu senden bir hizmet karşılığı alır isem, şer''an caiz olup başkaca bir işlem yapılması gerekmez. Yani kısacası, ben bu altınlar karşılığı sana bir şey satacağım."

Rahatlayan genç sorar; "Ne satacaksınız Kadı hazretleri?"

Kadı Efendi, elini uzatıp pencerenin dışını göstermiş: "Bak bu dışardaki bahçe ve civarındaki cümle arazi bana aittir. Şimdi bak bakalım, ne görüyorsun bu arazinin üzerinde?"

"Kar, her yeri bembeyaz kar kaplamış" diyerek cevaplamış genç. Kadı Efendi, elini sıvazlayarak; "Pek güzeeel… İşte ben bu arazideki karları sana satacağım. Sen de bir kese altın karşılığı aldığını beyan eden bir belge imzalayacaksın. Böylece alışveriş tamam olacak."

Altınlardan bir an önce kurtulmak isteyen genç çocuk, "Efendim aklınızla yaşayın" deyip teklifi kabul etmiş. Derhal bir mukavele düzenlemişler, imzalar atılmış. Altın kesesini Kadı Efendi''ye teslim eden çocuk, huzur içinde oradan ayrılmış. Memlekete gitmeden önce bir handa geceleyip hem karnını doyurmayı, hem de biraz dinlenmeyi uygun görmüş.

Handa horul horul uyurken, sabaha karşı Kadı''nın emrindeki zaptiyeler kapıyı yumruklamışlar; "Kalk hele, Kadı Efendi seni görmek ister, davanız varmış."

Genç çocuk, "Ne davası ola ki?" dese de yaka paça Kadı''nın huzuruna çıkarmışlar.

Bir de bakmış ki, Kadı Efendi hiddet içinde. Sinirinden sakalı titremekte, gözleri kıpkırmızı, insanı neredeyse delecek gibi bakmakta. Daha, ''Selamünaleyküm'' diyemeden Kadı Efendi bağırmış:

"Be hey utanmaz, arlanmaz, eşkıya kılıklı işgalci!... Bre biz seninle dün akşam arazimdeki karları satın aldığına dair mukavele imzalamadık mı?" Genç, ezilerek cevap vermiş; "İmzaladık Kadı Efendi, ben de karşılığını size takdim ettim."

Kadı sert çıkmış: "Sus!.. Bak bakayım dışarıya, ne var arazimin üzerinde?" Genç hemen cevaplamış; "Ne olacak, kar var. Tıpkı dünkü gibi."

Kadı Efendi sertçe cevaplamış; "Mel''un, hâlâ konuşuyor! Dün sen bu karları benden satın almadın mı? O halde senin karların ne hakla benim arazimi işgal ederler? Şimdi bu işgal, kanun dairesine ve de hak rızasına uygun mudur? Derhal kaldır o karları benim arazimden. Yoksa vallahi acımam. Seni işgalcilikten hapse attırırım!"

Genç yalvarmaya başlar: "Aman efendim, dönümler dolusu karı ben nasıl kaldırayım? Gücüm yetmez, karda kışta ölür, kalırım." Kadı Efendi, kararlı olduğunu göstererek; "Onu, arazimi işgal etmeden önce düşünseydin! Vallahi yapacağım gereğini!"

Çocukcağız yine yalvarmış: "Efendim, ocağınıza düştüm, yok mudur bu işin de kitaba uygun bir hâl yolu?"

Kadı, kara kaplıyı tekrar açmış, bir müddet mırıldanarak okuduktan sonra: "Vardır!.. İmdiiii.. Arazi sahibi ve davacı olan ben ile davalı sıfatı ile sen arasında, arazimi işgal bedeli karşılığında, benim de rızam ile bir kese altın karşılığı işbu karları burada tutmaya iznim olduğunu belirtir, bir mukavele imzalarsak, bu husus kanun ve nizama uygun bir şekilde hâle kavuşur. Yanii, sen bana öbür kese altını da işgaliye bedeli olarak vereceksin."

Bizim genç çocuk öbür kese altını da vermiş, gereken evrakı imzalamış, konaktan çıkıp temiz havaya kavuştuğunda, dağlara bakıp bağırmış: "Hey gidi yedi dağın efesi hey. Sen haklıymışsın. Daha büyük eşkıyalar da varmış. Senin açık açık yaptığın eşkıyalık, bunların kılıfına uydurarak yaptığı eşkıyalığın yanında nedir ki?"

Kıssadan hisse; eşkıyanın şehirlisi dağlısı olmaz, okumuşu cahili olmaz, yabancısı yerlisi de olmaz. Eşkıya eşkıyadır vesselam…

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları