Kırk yıllık Kâni olur mu Yani?

Sevgili okurlarım, bazı deyimler vardır, kimini sık kullanırız, kimini de yeri geldiğinde... Başka bir tabirle denk geldiğinde. İşte bugün yeri geldiğinde kullandığımız bir deyimin öyküsünü anlatmak isityorum.

Ebubekir Kânî Efendi, Divan şairidir. Aslen Tokatlıdır. Mizahi mektupları ve şiirleri ile tanınır. Eflak, Rusçuk ve çevresinde görev yaptığı yıllarda İskerletzade Konstantin Bey''in isteği üzerine yeğeni Alexandre için "Benam-ı Havariyyun-ı Buruc-ı Fünun" isimli bir Türkçe öğrenme ve konuşma kitabı yazdı. 18. yüzyılda kaleme almış olduğu bu eser Türkçe''nin diğer milletlere öğretilmesi konusunda bir model olarak gösterilir. Bir kedinin ağzından sahibine yazılmış ünlü "Hirrename"si yergi ve mektuplarıyla birlikte Münşeat-ı Kânî isimli eserindedir. Münşeat''ın değişik hacimlerdeki el yazma nüshaları çeşitli kütüphanelerde mevcuttur. Eser hakkında bir doktora tezi hazırlanmıştır. Yazdığı Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler Divan''ında toplanmıştır. İstanbul kütüphanelerinde bazı yazma nüshaları bulunan Divan, Arap harfleriyle yayımlanmış ve eser tenkitli metin hâlinde yüksek lisans tezi olarak hazırlandı. Ayrıca İlyas Yazar tarafından hazırlanan "Kânî Dîvânı" isimli eser 2012 yılında Kültür Bakanlığı Yayınları arasında neşredildi. Ebubekir Kânî Efendi''nin Silistre''de söylediği ve insanların kolay kolay değişmeyeceğine dair "Kırk yıllık Kani, olur mu Yani" sözü günümüze kadar ulaşmıştır. Kânî Efendi 1792 yılında İstanbul''da öldü. Mezarı Eyüp Sultan''da Beybaba Sokağı üzerinde ve Nişancı Ferudun Paşa Türbesi yakınındadır.

Şimdi gelelim "Kırk yıllık Kani, olur mu Yani" sözünün nasıl doğduğuna:

Aslında Kânî, 1712 doğumlu Tokatlı bir şairdir. Mizahî ve nüktedan kişiliğe sahiptir. Bir ara Trabzon''dan İstanbul''a gelirken devrin tanınmış sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa''nın yolu Tokat''a düşmüş ve Kânî de "fırsat bu fırsattır" diyerek yazmış olduğu bir kasideyi Ali Paşa''ya takdim etmiştir. Hekimoğlu Ali Paşa şiirden anlayan biri olduğu için bu gencin sahip olduğu yeteneği fark etmiş ve onu beraberinde İstanbul''a götürmüştür.

İstanbul''da çeşitli memuriyetlerde vazife alan Kânî, eskilerin tabiriyle serâzâd (kendi hâlinde takılan ve pek söz dinlemeye gelmeyen) biri olduğu için Silistire''ye gitti. Öteden beri kâtiplik yaparak geçimini temin eden şair, Rumeli''de gezdiği birçok bölgede yüksek rütbeli beylerin kâtipliğini (özel kalemini) yaptı. Ulah beylerinin ve bazı voyvodaların yanında bulundu. Ve bir ara Bükreş''te iken gönlünü Hrıstiyan bir güzele kaptırdı...

Şair, bu güzel ve genç kıza evlenme teklifi yapmaya karar verdi. Bir fırsatını buldu ve hemen mevzuya girdi...

Hristiyan güzel, böyle bir teklifi öteden beri bekliyor ve aslında kabul etmeye hazırlanıyordu. Fakat bir şarta bağlamayı da ihmal etmedi... O da, kendisi gibi Kâni''nin de Hristiyan olmasıydı... Gel zaman, git zaman Kâni''nin başında kavak yelleri esedursun artık bu durum tahammül edilemez bir hâle dönüştü. Ne yapıp edip Hristiyan güzele içini açmalı ve ardından sadede ermeliydi.

Sonunda Kâni teklifini yaptı. Ardından hiç beklemediği bir cevapla karşılaştı... Kız dedi ki, "Peki kabul ederim, sen de o zaman Müslümanlığı bırakıp, Hristiyan olursun!" Bu şartın imkansızlığını bilen şair, biraz da mizahla karışık işte o meşhur sözüyle karşılıkta bulundu: "Kırk yıllık Kâni, olur mu Yani?"

"Kırk yıllık Kâni olur mu Yani" atasözü, huyu uzun yıllar boyunca değişmeyen insanın karakterinin bu zamandan sonra da değişmeyeceğine işaret etmektedir. Kişiliği oturmuş kişilerin ilerleyen yaşta kişiliğini değiştiremeyeceğini anlatır.

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları