Güzel insanın anısına saygıyla

Sizlere bugün Erdem Gümüş''ün Kul Figani mahlasıyla yayınladığı bir yazıya dikkatinizi çekmek istiyorum:

"Yıl 1977…

İstanbul''da vatani görevimi yapıyordum.

Şimdiki Atatürk Havalimanı (Millet Bahçesi)''nın adı o zaman Yeşilköy Havalimanı''ydı.

Benim görevim ise yurt dışı dışı hatları giden-gelen yolcu VIP salonunda Jandarma Koruma ve Kontrol Komutanlığı...

Halkın geçiş yaptığı yer ayrıdır. VIP salonu denen yerden sadece devlet adamları, siyasetçiler, iş adamları ve sanatçılar geçiş yaparlar.

Bir gün oldukça esmer, dal gibi ince, cılız, fizik itibariyle kara-kuru (çirkin demek bana göre bir kavram değil) bir kadın Lufthansa Havayolları uçağından inmiş ve VIP salonundan Türkiye''ye giriş yapıyor...

Yurt dışından gelen bu kadının valizlerinin sayı itibariyle çok ve ağır olması bizim askerin dikkatini çekmiş. Asker valizleri açmak istiyor, kadın ise sessiz ve tepkisiz duruyordu.

Valizleri taşıyan korumaları olan erkekler ise askere valizleri açtırmak istemiyordu. Asker ile korumalar arasında sanki bir arbede yaşanacak gibiydi... Müdahale ettim.

Askeri yanıma çağırdım ve aramızda şu konuşmalar geçti:

-Asker?

-Emret komutanım!

-Kimin bu valizler?

-Aha şu Romen''in komutanım.

Kadının yanına vardım... ve;

-Merhaba

Öyle bir ipeksi sesle cevap verdi ki; yok böyle bir ses tonu. Şahane bir kadın sesi...

-Merhaba, iyi nöbetler komutanım.

-Pasaportunuz lütfen?

Çıkarttı verdi.

Açtım ki ne göreyim, Atatürk''ün sanatçısı Safiye Ayla...

Hemen askeri yanıma çağırdım ve sordum:

-Bu hanımefendinin pasaportuna baktın mı asker? Kim biliyor musun?

-Baktım komutanım, ama tanımıyorum...

-Asker?

-Emret komutanım.

-Şimdi bu VIP salonundan Atatürk''ün manevi kızı Ülkü geçseydi, valizini açıp bakar mıydın?

-Asla bakmazdım komutanım.

-Bu hanımefendi Atatürk''ün sanatçısı, "Sayın Safiye Ayla", deyince askerin boynu büküldü.

Safiye Ayla''nın da gözleri buğulandı...

Asker valizleri açmadı ve kendi eli ile taşıdı.

Safiye Ayla bana bir adres verdi ve;

-Her ikimizin de müsait olduğu bir zamanda bir kahve içimi misafirim olur musunuz komutanım?

-Hafif başımı eğip, gözkapaklarımı kırparak gülümser bir ifadeyle kabul ettim.

Bir gün nasip oldu ve gittim adrese...

Aslında adres çok açıktı, herkesin bilebileceği İstanbul Radyoevi.

Sordum görevliye...

-Bu ne tesadüf, şimdi gelir, az bekleteceğim sizi, dedi ve beni bir salona aldı.

Kısa bir süre sonra bizim halkın "çirkin" dediği Safiye Sultan kapıdan içeri girdi.

Beni görür görmez tanıdı, gözlerinin içi parlıyordu, içinin güzelliği dışına vurmuştu sanki, o karakuru kadının...

Selamlaştık.

Safiye Hanım görevliye programını bir saat ertelediğini söyledi ve Radyoevinin karşısında bir eve gittik. Kendi eviymiş meğerse.

-Kahvenizi nasıl olsun komutanım?

-Orta şekerli

-Ben hep acı içerim de...

Kendi elleriyle kahve yaptı

Tepsinin içinde iki farklı fincan ve iki su bardağı vardı. Birisi normal beyaz bir fincan, diğeri ise işlenmiş nakışlı...

Gözüm etrafı sarı nakışlı fincana takılmıştı, o ara Safiye Ayla Hanım, sadece şunu söyledi:

-Farklı değil mi?

-Evet.

-Sarı nakışlı olan Atatürk''ün hediyesi. Bu fincandan kahve içti, fincanın bir eşi de kendi eşyaları arasında... Çok nazik bir adamdı, "Bana çirkin olduğumu, hiç belli etmedi. Ben çirkin bir kadınım, ama Atatürk''e perde arkasından şarkı söylediğim doğru değil", dedi.

-Çok duygulandım Safiye Hanım.

-Atatürk kadınlara çok çok önem verirdi komutanım.

-Nakışlı fincanı işaret edip; Buyurun efendim, şu fincan sizin, diyerek kahvemi içmemi söylediğinde nutkum tutuldu...

-Estağfurullah efendim, diyerek utandım, beyaz fincanın kulpunu tuttum.

-Ben acı içerim, o sizin orta şekerli; dedi.

Sarı nakışlı fincana uzanırken içimdeki titreme elime yansıyordu.

Duygulandığım zaman benim avuç içlerim terler, su gibi olur.

-Aaaa.. afedersiniz, bir dakika sizin karanfiller solmadan vazoya koyayım, dedi ve teşekkür etti.

-Bana Atatürk''ten bahseder misiniz, dedim.

Gülümsedi.

Ve evinin bir odasını gösterdi. Gördüğüm manzara aynen şu; Atatürk kütüphanesi...

-Hangi birini anlatayım komutanım, ama Nutuk okuyun yeter, dedi.

Sonra da kısa bir süre siyah-beyaz albümlere baktık...

Atatürk ve kadınlar...

Kadınların hepsi o kadar şık ve medeni bir kıyafet içindeydi ki; şu devirde bile ne öyle şık, zarif kıyafet var, ne de kadın...

Soru Safiye Ayla Hanım''dan geldi...

-Bu kadınlar arasında hangisi benim?

-Parmağımla tek tek işaret ettim ve her gösterdiğime;

''Evettt'' dercesine başını salladı.

-Nasıl tahmin ettiniz, en çirkini mi seçtiniz?

-Her resimde sizi sağına almış... dedim.

-O da (kalbini göstererek) benim solumda yaşıyor... dedi.

Sarıldı, öptü ve vedalaştık.

O günden sonra beynimde yer eden bir şey şudur; güzellik göreceli, "Çirkin kadın yoktur", "güzel insan" olmak vardır.

Nasıl ve nereye baktığınıza, neyi görüp, neyi göremediğinize bağlıdır güzellik...

Kadının; modern kıyafet, zarafet, nezaket, kültür ve medeniyet ile yine kadının kendi özüne gösterdiği saygınlığı ile "iç güzelliği"nin dışa vurması güzelliğin bir başka ifadesi değil mi?

Hani bir laf vardı ya; "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" diye...

Ne demiştim ilk başta;

Yıl: 1977....

Şu an: 2023...

İşte tam; 46 yıl geçti...

Merhume "güzel insan" Safiye Ayla Hanımefendi''yi, rahmet ve saygıyla anıyor, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın diyorum."

 

 

 

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları