Bir zamanlar İstanbul…

Büyüklerimiz anlatıyor, bize şimdi masal gibi geliyor. Bir zamanlar İstanbul''da ağızlara layık meyve ve sebzeler yetişir, sokaklarda seyyar satıcılar tarafından lebalep satılırmış. Hem o zamanlar ne enflasyon derdi varmış, ne de hayat pahalılığı, 5-10 kuruşa al alabildiğini kilo kilo…

Şimdi bakalım yarım yüzyıl önce İstanbul ve çevresinde yetişen suni gübreler ve hormon ilaçlarından uzak mis gibi kokan meyve ve sebzelere:

İlk önce sizlere; Yedikule marulundan söz etme isterim. Bir zamanlar bostanlarında yetişen maruluyla ünlü, sur içindeki İstanbul''un semti Yedikule. Marulu o kadar ünlü ki Yedikule Lisesi''nin pilav, talaş böreği günü olmayıp, "marul günü" varmış. Marulun iyi olduğunu belirtmek için, eskiden seyyar satıcılar ve manavlar, nereden gelirse gelsin; "Maşallah Yedikule marulu bunlar" diye bağırırmış.

Biz şimdiden uyaralım da siz de aldanmayın: Yedikule marulunun yaprakları uzun, sarımtırak yeşil, ince, narin ve gevrektir. Ayrıca yaprak damarları da ince ve yüzeyi kabarcıklıdır. Yağlı ve gevrek yaprak yapısı ile oldukça lezzetlidir. Bitki güçlü, dik büyüyen, yeşil renkli, iri ve güçlü göbekli, bol geniş yapraklıdır. Göbek yapan marul tipindedir.

Yedikule marulundan söz edip de, hemen onun yanı başında yetişen Langa''nın salatalığından söz etmemek olmaz. Ancak Langa''nın salatalığı, Çengelköy''ünküne karşıydı… Langa hıyarı biraz büyük olurmuş, Çengelköy''ünkü ise küçük, biraz pürtüklüymüş. Ama o dönemdeki hıyarı sokağın başında kırsa, diğer başındaki kokusunu duyarmış. Öylesini bulmak artık mucize.

Gelelim diğerlerine; Gümüşsuyu''nun baklası, Bayrampaşa''nın enginarı, Kartal''ın pırasası, Kemer''in patlıcanı, Beykoz Dereseki''nin fasulyesi, Çengelköy''ün ayvası ile kayısısı, Arnavutköy''ün çileği, Kavak''ın inciri, Sultanselim''in dev beyaz inciri, Vaniköy''ün vişnesi, Akhafız''ın caneriği, Beykoz Akbaba''nın cevizi...

Bu arada, komşu ve ufakça kasabalarda, şehirlerde yetiştikleri halde, zevk sahibi İstanbullularca pek aranan sebze ve meyveler de yok değildi. Örneğin: Selimpaşa''nın Napolyon kavunu, Tekirdağ karpuzu, Bursa kestanesi, kestane şekeri, şeftalisi ve bostan patlıcanı, Kırkağaç''ın ağızda eriyen bal tadındaki kavunu, İzmir''in çekirdeksiz sultani üzümü, Yarımca ve civarının pembe ve sarı kirazları ve vişneleri, Çubuklu engürü bağı armudu ve balı, Şamfıstığı adı altında anılan Antep fıstığı, Ayazpaşa bostanlarının ünlü beyaz, kara ve ekşi dutları. Hele o iri taneli ekşi karadutlar bir cennet meyvesi lezzetindeymiş. Ağzı boyar, ama bir ham karadut çiğnendi mi de, boyayı temizlermiş. Özellikle karadut şurubu hem pek nefis, hem de zayıf bünyelere yararlı, şifalı bir şerbet. Ancak, yıllardır o da pek ortalıklarda görülmüyor.

Ağzının tadını bilen zevk ehli eski İstanbullular, bu nefis sebzeleri, meyveleri seyyar satıcılardan, sürekli alış veriş ettikleri manavlarından şimdiki gibi taneyle değil bolca temin etmeye, titizlikle dikkat ederlermiş. Bu arada kaynak sularının lezzeti ve şifasıyla şöhret kazanmış semtlerimizi de unutmayalım: Sarıyer''in Çırçır, Hünkar, Fındık, Kestane; Beykoz''un Sırmakeş ve Abdülhamid''in bile devamlı olarak içtiği Karakulak, Taşdelen, ve Çubuklu, Kanlıca''nın Göztepe suları, Yakacık''ın Ayazma Kol''u, Vezirleşmesi, Hacıkahya, Çalkantı suları, böbrekteki taşları düşüren meşhur Karamandere ve Soğanlık''taki Çarşı suyu, Emirgan''daki Kanlıkavak suyu başta gelen ağız tatlarıydı…

Allah vergisi bu nimetlerin çoğu günümüzde de yerlerinde duruyor, ama ne yazık ki, birbirimizi aldatmayı o kadar marifet sayar olduk ki, bu lezzetli ve şifalı memba suları yerine, kanser riski yüksek, plastikten yapılmış, ne idüğü belirsiz bol isimli suların tiryakisi olduk.

Ağız tadıyla iyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları