Arnavut Bozası'nın ortaya çıkışı!..

Bugünlerde kış geldi gelecek, kar yağdı yağacak tartışmaları yapılıyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Silivri''ye kar yağdı bile.  Büyüklerimiz de  geçmişte, soğuk kış gecelerinde sıcacık evlerinde otururken dışarıdan yankılanan "Bozaaaa!..." seslerini anlatır, durur. Boza neden gece satılır, neden salep satılmaz, çay satılmaz, hiç aklınıza geldi mi? Eski yıllarda özellikle kışa denk gelen Ramazan aylarında boza akşamdan hazırlanır ve sokak satıcıları tarafından satılırmış. Sıcak olması ve tok tutucu özelliği ile sahurların vazgeçilmezi olan boza zaman içinde sadece ramazanda değil her gece satılmaya başlanmış.

Boza, ilk olarak Milattan Önce 8000''li yıllarda Doğu Anadolu ve Mezopotamya''da görülmüş. "Boza", kelimesi Farsça "darı" anlamına gelen "büze" kelimesinden gelir. Türkler boza ile 9. yüzyılda Orta Asya''da tanışır. Boza vücuda sıcaklık veren yüksek kalorili bir içecektir. Yüksek kalorisi nedeniyle tok tutan boza zengin vitamin ve mineral kaynağıdır. Yüksek protein, yağ ve karbonhidrat içeriğinden dolayı besin değeri yüksektir. Dünyanın her tarafında yaygın olarak tüketilen boza tüccar gemileri vasıtasıyla geniş bir coğrafyaya yayılmış. Böylece de Osmanlıdan günümüze kadar uzanan "millî bir içecek" olan bozanın ham maddesinde; yulaf, pirinç, darı, arpa, buğday veya mısır vardır.

Lezzeti kadar içerdiği E, B1,B2, A vitaminleri ve fosfor, demir gibi mineral içeriği ile de oldukça sağlıklıdır.

Mısır ve Kuzey Afrika sahillerinden Akdenizli gemi tüccarları yardımıyla önce batıya, Asya ülkelerine ve Çin''e, oradan da İran ve Afganistan''a kadar geniş bir alana yayılan boza, ambalaj sanayinin gelişmesi ile birlikte ticari bir içecek haline geldi. Eski yıllarda Türkiye''de ramazan ayının habercisi olan boza marka haline gelen özel bir içecek olarak özellikle kış aylarında severek tüketiliyor.

Osmanlılarda 16. yüzyılda iki tip boza yapılırmış: İlki Ermeniler tarafından yapılan, fazla mayalandığı için içeriğinde alkol barındıran ve içeni sarhoş eden Mırmırık. Diğeri de tatlı boza olarak adlandırılan ve fazla mayalandırılmayan Arnavut Bozası. Ekşi mayanın sarhoş edici özelliğinden dolayı o tarihlerde görev yapan şeyhülislam Ermeni bozasını yasaklamış. O gün, bugündür Arnavut Bozası ön plana çıkmış.

Hacı Sadık Bey 1870 yılında Arnavutluk Prizren''den İstanbul''a gelir. O yıllarda bozanın sulu kıvamlı, esmer renkli ve ekşi lezzetli Mırmırık biçimde, şehir halkından 200''e varan esnaf tarafından yapılıp satıldığını görür. O dönemde farklı bir yöntem dener ve bugünkü haliyle yani koyu kıvamlı, açık sarı renkli henüz yeni mayalanma kabarcıklarının oluştuğu andaki çok hafif ekşimsi lezzeti, Arnavut Bozası''nın ilk imzası olur.

Evinin altında kendi imkanları ile ürettiği bozasını, altı yıl boyunca kış geceleri saray ve çevresinde, omzunda taşıdığı bakır güğümlerle dolaştırarak tanıtır. Her köşe başında sabırsızlıkla beklenen Hacı Sadık Bey, artan talep karşısında cesaretlenir. Zamanın saraylı, aristokrat aileleri ile bürokratlarının oturduğu İstanbul''un en mutena semtlerinden biri olan Vefa''da, 1876 yılının Eylül ayında boza ürününün dünyadaki ilk resmî ticarethanesini açar. Vefa semtinde açılan bozacının adı "Vefa Bozacısı" olarak belirlenir ve bu ata içeceği ürüne hem bir standart getirilir hem de bir meslek haline gelerek nesiller boyu devamlılığı sağlanır. Hacı Sadık Bey, çok fazla ilgi gören bu özel Türk içeceğinin kıvam ve lezzetini koruyabilmek için yıllar boyu bizzat kendisi üretir. Daha sonraki yıllarda, oğlu İsmail Hakkı Vefa''yı da yanına alarak Vefa Bozası üretimine beraber devam ederler.

Hacı Sadık Bey''le başlayan, bugün de 4. nesil aile fertleriyle devam eden boza üretimi, Türk standartları ve geleneksel damak tadı korunarak devam eder.

 

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları